“Ayine-i Mücellâda Nihanız” Adlı Öyküye Postmodern Bir Yaklaşım
Sitemizde daha önce kaleme aldığım “Murat Yalçın’ın Öykülerine Postmodern Bir Yaklaşım” başlıklı yazımda postmodern metinlerde sıklıklı kullanılan yöntemlerden biri olan üstkurmacadan bahsederek incelememi yapmıştım. Nazan Bekiroğlu’nun anlatısını incelemeden önce postmodern tekniklerden bir diğeri olan metinlerarasılık metoduna değinmem gerek.
Metinlerarasılık Nedir?
Kaan Sezyek’e göre metinlerarasılık: “Modern edebiyat biliminde anıştırma terimiyle karşılanan bu etkinlik, en genel hâliyle yazarın bir resme, bir müzik parçasına, bilime, siyasete, dine, kısacası yazınsal metnin alanında yer almayan her şeye yönelik olarak yaptığı dolaylı bir iktibastır. Anıştırmanın bu özelliği ile Divan şiirindeki “telmih” sanatıyla benzeştiğini; ancak telmihin büyük ölçüde klişe bir yapıya sahip oluşuna karşılık daha özgün ve kişisel tasarrufa bağlı olmakla da ondan ayrıldığını belirtmek mümkün. Yazarın bu tutumu, nesnel gerçekliğin değişik tarihî kesitlerinde üretilmiş bilgilerin, sözlerin ya da düşüncelerin doğrudan ya da dolaylı bağlamlarda kurmaca esere eklemlenmesini sağlar. Bir başka deyişle bütün bunlar yansıtmacı yazarın referans nitelikli anıştırma araçlarıdır. Dolayısıyla yazar sahip olduğu kültürel donanımın derinliği oranında eserini bilgisel zenginliğe kavuşturabilir.”
Nazan Bekiroğlu’nun Nun Masalları adlı kitabının Ayine-i Mücellâda Nihanız öyküsünün ilk olarak ismine değinerek incelememe başlayacağım. Bekiroğlu öyküsünde Neşati’nin şu beyitlerinden alıntı yaparak metinlerarasılık metodunu uygulamıştır:
Ettik o kadar ref‟-i taayyün ki Neşatî
Ayîne-i pür-tâb-ı mücellâda nihanız
Aslında metnin vermek istediği mesaj henüz öykünün başında yani öykünün başlığında bir alıntı ile gözler önüne serilmiştir. Beyitin günümüz Türkçesi ise şöyle:
“Ey Neşâtî! Görünülürlüğü o derece ortadan kaldırdık ki cilâlanmış, parlak aynada sır olduk.”
Bu beyitteki asıl mana ise; Yunus Emre’nin “Bir ben vardı benden içerü”, Arthur Rimbaud’un “Je est un autre.” (Ben bir başkasıdır.) gibi fikirlerine benzeyen bir manadır. Bu iki benzer cümlede ki ben’lerin içerisindeki ve başkası olan ben “Ayîne-i pür-tâb-ı mücellâda” sırra kadem basan bendir. Tasavvufun devir naziriyesine göre; hedef mutlak varlıktan ayrılan, yeryüzüne inen ve her zaman “nostaljik” (asıl yurduna, koptuğu makâma geri dönme arzusu) bir hâlet-i rûhiyeye sahip olan insanın belli bir sistem dahilinde irtifâ ederek mutlak varlığa, ana yurduna kavuşmasıdır. Bu da benlik davâsından, mâsivâdan (sevgiliden, Allah’tan başka her şey), maddî ve fânî olan her şeyden vazgeçmekle mümkün görülmektedir. Öykümüzün ismini okuduktan sonra karşımıza çıkan üç satır oldukça ilginçtir:
“Hattat seni terk etmeliyim.
Hattat seni terk etmeliyim.
İstisnasız bütün benliğimi reddettiğim için hattat seni terk etmeliyim.”
Neşati’nin beyitinden hareketle yukarıda bahsini açtığım tasavvufi bilgi sonrasında bu satırları okumak her şeyin yerli yerine oturmasını sağlıyor aslında. Yazar tek bir dizeye metinlerarasılık metodunun anıştırma tekniği ile göndermede bulunarak aslında 13 sayfalık hikayenin özünü bize çaktırmadan vermiştir diyebiliriz. Yazar asıl benliğini bulmanın, asıl sevgiyi keşfetmenin yolunun diğer beninden yani reddettiği benliğini (hattattı) terk etmekten geçtiğini düşünmektedir. Alt metinde gizlenen şeylerle birlikte metin daha iyi bir manaya kavuşmakta.
Hattat demişken biraz da hattatın üzerinde durmak isterim. Nazan Bekiroğlu öyküsünün kahramanı için bir insan ismi kullanmak yerine neden bir zanaatkar ismi kullanmıştır? El-cevap Bekiroğlu bu noktada da postmodernist ustalığını göstererek bu tutumla, bize postmodernizmin özneyi ortadan kaldırmaya yönelik çabalarını hatırlatmaktadır. Yazar, isimsiz kahramanlara yer verdiği hikâye kitaplarının her ikisinde de kişilerin şu ya da bu oluşu üzerinde durmaksızın onların bilincinde yer tutma, onların bilincinden bugüne; bugünün bilincinden de onlara bakabilme kaygısı taşır. Yazar, unutulmaz roman ya da hikâye kahramanları yaratmaya çalışmaz. Önemli olan öznenin, kahramanın benzersiz oluşu değildir.Bilakis yazar, kim olduğu o kadar da önemli olmayan kahramanların, bugünün insanıyla benzerliklerinin neler olduğuna önem verir.
İsim bahsinden sonra tekrar metinlerarasılık kullanılan yerlere değinelim. Yazar, daha sonraki sayfalarda hikâye kahramanlarından hattata Şöyle seslenir:
“Hattat biliyorsun değil mi hiçbir şey gözyaşından daha temizleyici ve arıtıcı değildir. Leydi Makbet kelebek ellerini muhayyel ve sonsuz musluklarda değil, gözyaşlarında yıkamalıydı.” Yazar bu satırlarla birlikte William Shakespeare’in Macbeth adlı eserine gönderme yapmıştır. Yazar hattatın yaşadıklarından pişman olarak gözyaşı dökmesi ile Leydi Makbet’in vicdan azabı arasında bir ilgi kurmuştur. Bir başka metinlerasılık örneği ise şu satırlarda:
“Tantal’ın çektiği azap bunun yanında az kalıyordu-”
Azra Erhat’ın Mitoloji Sözlüğü adlı kitabında Tantalos’u şöyle anlatmıştır: “Lydia kralı Tantalos hem efsane dal budak salmış lanetli bir soyun atası hem ölüler ülkesinde çektiği ceze ile ünlüdür. Kendisi Zeus ve Pluton’un oğlu sayılır.” Tantolos söylentilere göre tanrıları tam belli olmayan bir sebep yüzünden öfkelendirmiş ve Tantalos işgencesi diye dillere geçmiş olan bir ceza almıştır. Homeros Odysseia’da bu cezayı anlatmaktadır. Yazarımız ise kendi çektiği sıkıntılar ile Tantal’ı yani Tantalos’u karşılaştırarak kendi çektiği azabın daha fazla olduğunu Tantalos efsanesine göndermede bulunarak anlatmıştır.
Bir diğer metinlerarasılık metodu uygulanan satırlar ise şunlardır:
“Oysa biz hattat, mavi ırmaklar içinde doğmuştuk. Ağaç kovuklarından mavi ışıklar yükseldiği bir gece. Çobanlar ateş etrafında kır türküleri söylüyorlardı.” Burada ise Türeyiş Destanı’na göndermede bulunmuştur.
“Saçlarımızı arkadan tek örgü yapıp berrak su kıyısına eğildiğimiz zaman, ne kadar güzeliz, diyorduk. /Su kıyısında öyküsünü bildiğimiz nergisler” diyerek Narkissos’a göndermede bulunmuştur.
Postmodernist yazın metotlarından üstkurmaca ise Nun Masalları’nın ve onun özelinde Ayine-i Mücellâda Nihanız adlı öyküde tamamen üzerine inşaa edilen tekniktir. Yazarın, bu eserin neredeyse tamamında yazma eylemi üzerinde odaklanmış olması, yazma sürecini ve bu sürecin zorluklarını, kahramanlarıyla değerlendirir gibi görünerek okurla paylaşması da postmodern anlayışın ürünüdür. Bekiroğlu bu öyküde durmadan hattata seslenir onunla konuşur gibi görünür lakin asıl konuştuğu kişi önceden de belirttiğim gibi olmak istemediği, terk etmek istediği benliğidir. İspatı ise öyküdeki şu satırlarda bulmaktayız:
“Bildiğim tek şey hattat ben’im ben hattat’ım.”
Elbette postmodern metinlerde kullanılan birçok teknik (polisiye/gerilim, tarihe yönelme, çoğulcu estetik, okur merkezlilik, pastij, ironi v.b) var. İncelediğim öyküde yazarın metinlerarasılık ve üstkurmaca tekniğini sıklıkla kullanması dikkatimi celbetmesine sebep oldu ve bu yazıyı böylece kaleme aldım.
Bir sonraki yazımda görüşmek üzere, sanat ve edebiyatla kalın.
Kaynakça
SAZYEK Hakan, “TÜRK ROMANINDA POSTMODERNİST YÖNTEMLER VE YÖNELİMLER”
ERHAT Azra, Mitoloji Sözlüğü