Edebiyat

Bir Modernizm Sendromu: Yabancılaşma

yabancilasma

Modernizm ve Birey başlıklı bir önceki yazımda; modernizmin doğuşundan, yeninin ne olduğundan, modernizmin bocaladığı noktalar ve sonuçlarından bahs açmıştım. Dahası bir sonraki yazımda, “…modernizmin doğurduğu yabancılaşma kavramına ve edebiyattaki yansımalarına değineceğim.” diyerek bir vaatte bulunmuştum. Lakin bu yazıda edebi örneklere değinmeden sadece yabancılaşma kavramına bir temel atacağız.

Terim olarak yabancılaşma ilk defa Alman filozof Georg Wilhelm Friedrich Hegel tarafından kullanılmıştır. İngilizce ve Fransızca’da Alienation şeklinde olan kelimenin kökeni Antik Yunan dilindeki alloioiosis’den türetilen Latince alienatio’dur.

Georg Wilhelm Friedrich Hegel Portresi – Jakob Schlesinger (1831)

Ahmet Cevizci’nin Felsefe Sözlüğü adlı eserinde terimin anlamları şöyle sıralanır:

  1. “Özgün anlamı içinde, bir şeyi ya da kimseyi başka bir şeyden ya da kimseden uzaklaştıran, başka bir şeye ya da kimseye yabancı hale getiren eylem ya da gelişme,
  2. Psikiyatride, normalden sapma durumu,
  3. Çağdaş psikoloji ya da sosyolojide, kişinin kendisine, içinde yaşadığı topluma, doğaya ve başka insanlara karşı duyduğu yabancılık hissi,
  4. Felsefede, şeylerin, nesnelerin bilinç için yabancı, uzak ve ilgisiz görünmesi, daha önceden ilgi duyulan şeylere, dostluk ilişkisi içinde bulunulan insanlara karşı kayıtsız kalma, ilgi duymama, hatta bıkkınlık ya da tiksinti hissetme,
  5. Benin kendi özünden uzaklaşmasıyla, kendisine ve eylemlerine nesnel bir biçimde, sanki bir ustanın elinden çıkmış bir nesneye bakarcasına yaklaşımıyla belirlenen bilinç hali. Kişinin kendi benliğiyle ya da zihin halleriyle, kendisi arasına duygusal bakımdan mesafe bırakması durumu, kişinin gerçek beniyle olan içsel temasını yitirdiğini anlamasının sonucu olan kendisinden kopması hali…”[1]

Yabancılaşma Teriminin Anlamları

Yabancılaşma terimi içeriğinde birbirinden farklı anlamlar barındırır ve kullanılır. Bu anlamları şöyle tasnif edebiliriz:

  1. Kuralsızlık: Toplum tarafından geleneklerle desteklenerek kural halini almış davranışlara karşı bağlılık duygusunun olmadığı ve bu yokluktan hareketle bireyin davranışlarında sapmaların olması, güven duygusunun kaybolması, sınırı olmayan bir bireysel rekabetin doğması.
  2. Güçsüzlük: Bireyin kendi geleceğinin kendisinin elinde değilde başkalarının, dış etkenlerin, kaderin, şansın elinde olduğuna inanması durumu.
  3. Anlamsızlık: Bireyin gördüğü, yaşadığı, bildiği her hangi bir durumun kavrama ve tutarlı olma noktasında hiç bir anlam taşımadığı bu düşüncelerden hareketle hayatın anlamsız olduğu düşüncesine sahip olma.
  4. Toplumdan Yalıtlanma: Toplumdaki sosyal ilişkilerden dışlanma yahut yalnız kalma durumu.
  5. Kültürel Yaygınlaşma: Toplumdaki geleneklerden, oturmuş değişmez değerlerden kopma ve onlara ait hissetmeme durumu.
  6. Kendine Yabancılaşma: Bireyin her hangi bir sebepten ötürü kendi gerçekliğine karşı gelmesi ve onu kavrayamaması durumu.

Marksist Düşüncede Yabancılaşma

İnsanın çevresinden, sosyal hayatından, işinden, geleneğinden, benliğinden uzaklaşması yahut bütün bu saydıklarımdan ayrılma duygusunu yaşadığını gösteren terime yabancılaşma denilmektedir. Bu kavramı en belirgin anlamıyla Karl Marx kullanmıştır.

Ona göre yabancılaşma; beşeri ürünlerin insanı himayesine alarak köleleştirmesiyle birlikte karşı bir güç haline gelmesi ve böylece insanın insan olmayana dönüştürmelerine denilmektedir. Geçmişten günümüze insanoğlu tarihsel ve toplumsal yasaların özüne varamadıkları için toplumsal gelişimi insanı merkez alan bir şekilde geliştirememişlerdir.

Bu öze varmadan gelişimi yönetmek mümkün değildir. Bu cahilliğin sonucunda insanoğlu özdeksel ve tinsel toplumu geliştirirken kendi bireysel dünyasını kuramamış bunun sonucunda kendisine yabancı bir insan olamayana dönüşmüştür.

yabancilasma

Karl Heinrich Marx

Marksist Düşünce Dışında Kalan Düşünürlerin Fikirleri

Yabancılaşma Marksist düşünce dışında kalan düşünürler olan; Durkheim, Weber ve Simmel’in sosyolojik düşünce geleneklerinde de varlığı tartışmasızdır. Modern insan onlara göre yalıtılmış durumdadır.

‘‘Eski geleneksel değerlerle bağlarını koparan modern insan, yeni rasyonel ve bürokratik düzende, hiçbir şeye güvenmez, her şey karşısında inançsız olmuştur. Örneğin Weber’e göre, toplumsal düzendeki rasyonalizasyon ve formalizasyon eğilimi karşısında, kişisel ilişkiler azalırken, kişisel olmayan bürokrasinin gücü ve önemi artar Varoluşçu gelenek, yabancılaşmayı, bir insanın başka insanlara olduğu kadar kendisine, kendi benine aykırı düşmesi diye tanımlayıp, bireyin gerçek beninden, özünden, daha derindeki kişiden ayrı düşmesinin ise, onun başkalarının isteklerine göre eylemesi, rahatını bozmamak istemesi, toplumsal kurumların baskısından kurtulamaması, sorumluluktan kaçması, dışarıdan yönlendirilmesi şeklinde tezahür ettiğini söyler. Kierkegaard, Heidegger, Camus ve Sartre gibi düşünürlerin yer aldığı bu gelenek içinde, nesnel bilgi karşısında öznel hakikatin önemini vurgulayan Kierkegaard, yabancılaşmanın temel probleminin, anlamsızlık ve umutsuzluğun hüküm sürdüğü bir dünyada, insanın kendi benine anlam yükleyebilmesi, kendi özüne ilişkin olarak uygun bir kavrayışa ulaşabilmesi problemi olduğunu; yabancılaşmayı aşmanın da ancak inancın sıçrayışıyla, Tanrı’ya yönelmeyle mümkün olabileceğini belirtir.’’[2]

‘‘Ateist varoluşçu düşünürler Sartre ile Camus ise yabancılaşmanın anlam ve amaçtan yoksun bir dünyada doğal bir durum; varoluş saçmalığının doğal sonucu olduğuna inanırlar. Yabancılaşmayı aşmanın, yaşamın anlamsızlığını içtenlikle kabul edip, kişinin etkin ve özgür seçimlerle kendini yeniden yaratmasıyla mümkün olacağını savunurlar.’’[3]

Ortada Pablo Picasso, Picasso’nun sağında Simone de Beauvoir, piposuyla Jean-Paul Sartre, Sartre’ın sağında Albert Camus

Bir başka görüş ise şöyledir: ‘‘Yabancılaşmaya bir diğer önemli yaklaşım ise şöyledir: Bilimsel gelişmeler sonunda gittikçe küçülen, yalnızlaşan, gördüğüne, bildiğine inanamaz olan, çatışmalar içinde yuvarlanan insan bunalıma sürüklenmiştir.

Bilim insanın öz tanımını sağlayan efsanelerin, astronomik, biyolojik, fiziksel, toplumsal bireysel temellerini birer birer yıkmıştır. Ama karşılığında bütünlüğü olan saygın bir yer edinebileceği bir dünya sunamamıştır. İnsan sadece tabiat karşısında değil, toplum ve siyasal düzen karşısında da ufalıp, önemsizleşmiş, yalnızlaşmıştır.

Bürokrasi, teknokrasi, yasal düzenlemeler ekonominin kişi üstü işleyişi, bireyi günlük yaşamında tam bir güçsüzlük ve yabancılaşma duygusu içine itmiştir. Bir başka ifadeyle birincil gurupların egemen olduğu, kişinin birey olarak değil, grubun bir üyesi olarak tanımlandığı toplumlardan, büyük ve kişilik dışı (impersonal) bürokratik örgütlerin egemen olduğu topluma geçiş, kişiyi yabancılaştırıp önemsizleştirmektedir.’’[4]

Sonuç Olarak Yabancılaşma Nedir?

Tüm bu düşünceler sonucunda yabancılaşma iki temel sütun üzerine inşa edilmiştir: ‘’Bunlardan ilki artan bireyciliktir; artan bireycilik kişinin öz ve gizil gücünü geliştirmesi olarak değil, yakın çevresinden bağlarını koparmış bir kişinin yalnızlık ve yabancılık içinde bunalıma düşmesi olarak gelişmiştir.’’[5] ‘’İkincisi ise artan kitleselleşmedir.

Ancak bu kişi ile toplum arasında doyurucu bağların kurulması, kişinin toplumsal kültürle kendi değerleri arasında üretken bir etkileşim sağlayabilmesi olarak değil, bireyin kişiliğindeki kendine özgü yanların, çoğunluğun baskısı altında törpülenip yok edilmesi olarak gerçekleşmiştir.’’[6]

Bir sonraki yazımda önceden vaat ettiğim yabancılaşma kavramının edebiyata tesirine değineceğim. Bakarsınız bu yazı yabancılaşmanın resim sanatına etkileri hakkında da bir şeyler barındırır.

Görüşmek üzere.

[1] Ahmet Cevizci, Paradigma Felsefe Sözlüğü, Paradigma Yayınları, İstanbul 2000,s.994

[2] A.g.e s. 995

[3] A.g.e s. 995-996

[4] Türker Alkan, Saldırganlık, Önyargı ve Yabancı Düşmanlığı, Hil yay. İstanbul, 1983, s.184-187

[5] A.g.e s. 184-187

[6] A.g.e s. 189

Ne düşünüyorsunuz?

Heyecanlanmış
0
Mutlu
2
Aşık
0
İlginç
1
Komik
0
Baturay Gül, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde Yüksek Lisans öğrenimi görüyor. İletişim: [email protected] Twitter: @BaturayGul

Yorumlar kapalı.

İlgili içerikler

KATEGORİ:Edebiyat