Sanat Tarihi

Bizans’ın Nadide Saray Yaşamı Belgeleri Günümüze Nasıl Geldi?

Bizans İmparatorluğu’nun başkenti olan ve anıtsal eserlerinin bulunduğu bölge Konstantinopolis yani İstanbul’da saray bölgesi bulunmaktaydı. Ancak İstanbul’un Fatih Sultan Mehmet tarafından fethedilmesi ile birlikte düşen Bizans İmparatorluğu’ndan sonra Bizans’a ait saray yapılarını oluşturan nitelikli bir yapı bulunmamaktadır.

Günümüze kalan sadece o bölge de Ayasofya(Hagia Sophia) olmuştur ancak dini bir yapıdır. Dolayısıyla saray yaşamı ya da günlük yaşam hakkında pek bir ipucu vermiyor.

Konstantinopolis’in ilk kurulduğu zamanlarda inşa edilen saray bölgesine ait yapılardan çok az bir parça da olsa Büyük Saray’a ait taban ve duvar mozaikleri günümüze gelmiştir. Saray bölgesine ait mimari yapı tasvirleri, saray bahçelerine ait tasvirler ve mitolojik sahnelerin yer alması, günlük yaşamın akışını oluşturan tasvirlerin bulunması Hellenistik özellikler taşımakta ve o döneme ait ipuçları vermektedir.

Bizans saray mozaikleri restorasyon çalışmaları

İstanbul Büyük Saray Bölgesi Restorasyon Çalışmaları

Bu nadide eserlerin korunması ve restorasyon çalışmaları oldukça zahmetli ve çok aşamalı olmasına rağmen günümüze gelebilmiştir.

Binlerce yıl öncesinden günümüze ulaşmış maddi kültür varlıklarının korunması, eserlerin orijinal hali ile bize sunulması ve belge niteliği vazifesini alması adına koruma, restorasyon ve konservasyon çalışmaları yürütülmektedir.

Maddi kültür varlıklarını korumak adına en önce olumsuz ekolojik etkilerden korumayla işe başlanır. Eserlerin orijinal halleriyle sunulması önemli bir noktadır ki, mozaikler ve duvar resimlerinin orijinal yerlerinden alınması bazen pek mümkün olamayabiliyor.

Bizans Saray Mozaikleri

İstanbul Büyük Saray Bölgesi Restorasyon Çalışmaları

Bu tür eser grubu arasına Büyük Saray Mozaikleri girmektedir. Kazı çalışmaları sırasında çevreden çıkan bazı mozaik parçaları İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde yer alsa da, zemin ve duvar mozaiklerini yerinde teşhir etmek daha uygun olacaktı. Mozaiklerin korunması ve orijinal halleriyle teşhir edilmesi için çalışmalar başlatıldı.

3 Aralık 1953 tarihinde İstanbul Arkeoloji Müzeleri’ne bağlı olarak ziyarete açılmıştır. O dönem de Türkiye’nin en önemli mozaik müzesi olan Antakya Mozaikleri’nden sonra gelen en önemli mozaik müzesidir. 26 Eylül 1979’da Ayasofya Müzesi’ne bağlanmış ancak aynı yıl içerisinde ziyarete kapatılmıştır.

1935-1938 yılları arasında yapılan kazılardan sonra, mozaikler çimento harcı ile sağlamlaştırılıp, mozaiklerin üzerini ise geçici bir strüktür ile kapatıp korumaya alınarak müze içerisinde teşhir edilir hale getirilmiştir. Ancak 1970’li seneler içerisinde mozaikler her geçen gün yetersiz koruma koşulları yüzünden tahrip olmaya, çürümeye başlamıştı.

Sorunun en temeli olumsuz doğa olaylarından kaynaklanıyordu. Mozaiklerin korunması için oluşturulan önlemler hava koşullarına karşı dayanıklı kalamadı. Mozaik panellerinin hasarını önlemek amacıyla çalışmalara başlandı.

4 Mayıs 1982’de T. C. Eski Eserler ve Müzeler Genel Müdürlüğü ile Avusturya Bilimler Akademisi bir protokol imzalamışlar ve müdahale çalışmaları resmi olarak faaliyete geçmiştir. Protokolde, Türk heyetini temsilen, Ayasofya Müzesi Müdürü Arkeolog Erdem Yücel, Topkapı Sarayı Müzesi Müdürü Sabahattin Türkoğlu, Y. Mimar Müh. Hüseyin Başçentikçelik ve Behçet Erdal yer almıştır.

Yapılan kazı çalışmalarından sonraki süreç 50 yıl gibi bir süreye tekabül ediyordu. Hasar oranına bakıldığı zaman ilk olarak yerinde korunamayacağı düşünülmüştür. Daha sonra yeni bir bina tasarımı ile olduğu yerde korunmasına karar verilmiştir.

Binanın tasarımının yanı sıra mozaiklerde de konservasyon çalışmaları gerçekleştirilmesi gerekiyordu. Müze binası olarak kullanılacak yapının tasarımını, İstanbul Rölöve ve Anıtlar Müdürlüğün’den Mimar Alpaslan Koyunlu üstlenmiş, 1987 yılında tamamlamıştır.

Müze binası tasarlanırken aynı zamanda mozaiklerin maruz kaldığı olumsuz koşullarla birlikte, bozulma, çürüme nedenleri ve oranları tespit edilecekti. Yapılan bütün bu incelemeler sonucunda eserler olumsuz iklim ve çevre faktörlerine maruz kalmış, bu yüzden tahrip olmuşlardır.

Bu durumun temel nedenleri arasında, geçici olarak yapılan binanın dayanıklılığını yitirmesi yer almaktadır. Ayrıca mozaik panellerinde de bazı hatalı restorasyon çalışmaları saptanmıştır.

Binanın olumsuz hava koşullarına karşı dayanıksız olması, zeminde nem oranını arttırmış ve mozaik panellerinin tabanlarında 1 metreye kadar çökmeler meydana gelmiştir. Harç yatağında kalkerli madde oluşmuş, betondaki tuzlar çözünmüş, oluşan tuz kristalleri mozaikleri yerinden oynatmıştır.

Bununla birlikte yosunlaşma sonucu bitki köklerinin de oluşması, mozaiklerin yerinden oynamalarını da bir derece arttırmaya neden olmuştur. Yapılacak olan restorasyona, kurtarma ve konservasyon çalışmaları için mozaiklerin yerinde korunmasının uygun olamayacağı düşünülmüştür. Bundan dolayı Aya İrini’ye mozaiklerin taşınması talep edilmiştir.

Ancak geleneksel kaldırma ve taşıma yöntemlerinin ağır tahribatlardan dolayı uygulanamayacağına karar verilmiştir ve yerinde çalışmalar yapılmasında mutabık kalınmıştır. Hem yerinde korunmasının uygun görülmesinden dolayı hem de ağır tahribatlardan dolayı çalışmalar ağır ilerlemiş ve 15 yıl gibi bir sürede mozaiklerin kurtarma ve konservasyon çalışmaları tamamlanmıştır.

Mozaiklerde tespit edilen hasarların temel sorunu hava kirliliğiydi. Hava kirliliğine neden olan is, toz ve asitli hava, renklerin parlaklığını kaybetmesine yol açmış, kimyasal etkileşimler sonucu ve bilinçsizce yapılan çimento sıvalar ile mozaik taşlarının kireç taşından alçıya dönüşmesi yüzünden, eserlerin görünümlerinde yüksek oranda kayıptan söz etmek mümkün.

Tespit edilen hasarların sonucunda Josef Sücs’ün adını taşıyan JOS yöntemiyle temizleme işlemleri yapılmıştır. Temizlik işlemlerinden sonra taşların sağlamlaştırma işlemine geçilmiştir. Fakat birtakım deneyler yapılmıştır. Harç yapısının yuvası, ham maddeler, kullanılan teknik, mozaik taşlarında ki malzemeler/maddeler derinlemesine araştırılmıştır.

Mozaik yüzeylerinde kullanılacak taşların üretiminde dört değişik malzeme kullanılmıştır;
‘’-çok ince renk çeşitlenmelerine ayrılabilen kireç taş türleri
-koyu parlak tonlarda kırmızı, mavi, yeşil ve siyah renklerde cam küpler
-pişmiş topraktan, pas rengi kırmızı mozaik taşları
-az sayıda yarı kıymetli taşlar.’’

Mozaik taşlarının onarımından sonra parçalar birleştirilerek panolar elde edilmeye çalışılmıştır. Ayrıca panolarda taşımada ağırlık oluşturması riskine karşı taşlar belirli ölçülerle yapılmıştır.

Asıl problem ortaya çıkarılan bu taşların birleşiminden sonra zemin de oluşacak olan boşlukları doldurmaktı. Boşluklar doldurulurken dikkat edilecek en önemli husus resmin tamamı ortaya çıktığında, özgünlüğünü kaybetmemesinin yanı sıra, ‘’yırtık bir tablo görünümü’’ yansıtmamaktı.

Bu amaçla yapılan çalışmada “tümleme” yöntemi kullanılmıştır. Tümleme yönteminde “alt yüzeydeki kaba harç üzerine uygulanan daha ince dokulu bir sıvadan oluşan” zemin yapılmıştır. Bu zemin üzerine mozaik taşları yapıştırılmıştır.

Tümleme yöntemi sayesinde hem zeminin hava geçirebilme özelliği sayesinde nem oranı dengeleniyor hem de mozaik taşları ile zemin arasında uyum sağlanıyordu.

Mozaik panelleri oluşturulduktan sonra eski yerlerine yerleştirilirken, nemi önleyen beton üzerine ahşap döşeme yerleştirilmiştir. Ahşap döşemenin üzerine ise sentetik inşaat malzemesi kaplanmıştır (Erkan, 2006: s.70-82).

Yapılan bütün bu işlemlerden sonra mozaik eserler estetik ve teknik açıdan korunmasının yanı sıra, onarım ve koruma ilkelerine göre önlemler alınması gerekmektedir. Bu ilkelerden bazıları; mozaiklerin sağlamlaştırılması, süreç içerisinde sararma ve çatlama gibi sorunlara karşı önlem alınması, teşhir alanı yaratılabilmesi gibi hususlar en başta yer alır.

İhtiyaç amacı ile başlayan mozaik uygulamaları, medeniyetlerin severek kullandığı bir sanat dalı olmuştur. Özellikle Hellen sanatı içerisinde, Roma ve Bizans’ın hemen hemen bütün eserlerini mozaik sanatı ile ortaya çıkarmaları onları mozaik sanatı açısından farklı yerlere taşımıştır.

Erken dönemlerinde de dahi olmak üzere ustaca işledikleri figürler, her geçen gün daha da derinlik kazanmış ve karakteristik teknik geliştirmelerine yol açmıştır.

Hristiyan öğretisi altında İkonoklazma döneminden sonra parlamaya başlasa da Konstantinopolis dışında ki taşra bölgelerinde verilen mozaik eserler bugün, Bizans mozaik sanatı için kadim eserler haline gelmişlerdir.

Eserler farklı bölgelerde çıkmasına rağmen bizleri ortak yola çıkarmaları dikkat çekicidir. Kullanılan sanat teknikleri, işlenen konular, temalar, figürlerin yansıtılma stilleri ve daha bir çok nedenden dolayı kilometrelerce uzaktaki başkentte uygulanan mozaik sanatı ile ilgili ipuçları elde edebiliyoruz. Ki bu görsel belgeler yazılı kaynaklarla da paralellik göstermektedirler.

Farklı bölgelerde yer alan ve o dönemlerdeki koşullara bakılırsa ulaşım, iletişim imkanı zor olmasına rağmen bu kadar çok ortak noktanın bana kalırsa tek bir nedeni vardır. Roma İmparatorluğu’nun ikiye bölünmesinden sonra Konstantin’in Doğu bölgesinde ikinci bir Roma kurması ve Batı Roma’nın düşmesiyle vakit kaybetmeden büyüyen Doğu Roma’nın, yani bugün dillerden düşmeyen adıyla Bizans İmparatorluğu’nun başarısı ve gücüdür.

Kaynakça

ERKAN, O. (2006), Mozaik Sanatı ve Büyük Saray Mozaikleri Restorasyon 
Çalışmaları, Maltepe Üniversitesi, Fen Bilimleri Enstitüsü, İstannbul

Ne düşünüyorsunuz?

Heyecanlanmış
0
Mutlu
0
Aşık
0
İlginç
0
Komik
0
Ezgi Güler - ULUDAĞ ÜNİVERSİTESİ/SANAT TARİHİ ANADOLU ÜNİVERSİTESİ/TARİH

    Yorumlar kapalı.

    İlgili içerikler

    KATEGORİ:Sanat Tarihi