Gotik Mimari ve Zirvesi – Duomo Katedrali
Gotik Mimariye Geçiş
“Katedral Tanrı’nın eviydi, bu ifade sıradan bir şey değil, korku dolu bir gerçeklik olarak anlaşılıyordu. Ortaçağ insanı, yaşamının her yönünü etkileyen doğaüstüyle birlikte yaşıyordu. Kutak cennetin eşiğiydi.” der ünlü Gotik tarihçisi Otto Von Simson. Gotik mimari hakkında ilk kez 1141 yılında Paris’in tam kuzeyinde yer alan bir kent olan Saint-Dennis Manastırı’nın baş rahibi Suger tarafından denendiği söylenebilir.
Paris’te daha uzun, daha aydınlık ve daha hacimli kiliselerin inşaatı sürecinde Gotik mimari stili iyice yayılmıştır. Çünkü o zamanlar Avrupa’nın genelinde Romanesk mimari stili hakimdi.
Romanesk mimaride yapılar geniş alan kaplarlar fakat yükseklikleri konusunda pek iddialı değillerdir. Çok kalın duvarlara sahiplerdir. Duvarların, çatının ve kubbenin yükünü desteklemesi için yan cephelere çok sayıda payandalar yapılmıştır. Dış duvarlar çok kalın ve payanda destekli olduğu için aşağı kısımda pencere bulunmaz veya sayıları yok denecek kadar azdır. Pencereler genelde yüksek kısımda bulunur, küçük boyuttadırlar fakat sayıları çoktur.
Pencereler hem küçük olmasından dolayı hem de genel olarak yüksekte bulunmasından dolayı güneş ışığının yapının içine girme olanağı sınırlıdır. Bu nedenle yapı loş ve kasvetli olur. Süslemelerden genel olarak yoksundur. İçeride ince işlemeler ve süslemeler bulunur fakat bunlar soyut figürlerdir ve bakınca çok bir şey anlaşılmaz.
Dış cephe süslemesi ise yok denecek kadar azdır ve dış duvarlar genel olarak düzdür. Tonozlar yuvarlak biçimlidir. Aynı uygulama pencere ve kapı çevrelerinde de görülür.
İşte tüm bu nedenlerden dolayı bu yapılar insanlara limitli, ilkel, karanlık ve soğuk geliyordu. Bu durum da insanları yeni bir stil arayışına sürükledi. Gotik mimari bunun gibi sorunları çözmeyi hedeflemiş ve aydınlık, hoş, havadar yapılar inşa edilmesini sağlamıştır.
Gotik Mimari
Suger’in mimarları ve yapıcılarıyla birlikte yaptığı, geç Romanesk kilise mimarisine ait birkaç öğeyi bir araya getirmekti. Her nasılsa, bu tasarım öğelerinin, her birinin bir diğerinin potansiyelini destekleyerek daha hafif ve görsel olarak daha saydam mimari yaratmak üzere birlikte çalışabileceklerini anladılar.
Suger’in istediği; taş duvarları ve kutsal aydınlığı simgeleyen, gün ışığını süzen ve değiştiren vitraylı duvarlarla değiştirmekti. Tüm bunların sonucunda Gotik mimari denilen yeni bir stil ortaya çıktı.
Bu stile göre Gotik yapılar, Romanesk yapıların aksine yatay değil dikey düzlem üzerine konumlandırılırlar. Geniş bir alana yayılmazlar fakat çok yüksek biçimde inşa edilirler. Romanesk yapılara kıyasla yükseklikleri neredeyse iki katı olduğu görülür. Dış duvarlar çok daha incedir.
Duvarları desteklemek için payanda değil de uçan payandalar kullanılmıştır. Hem duvarların ince olmasından dolayı, hem de uçan payanda kullanılmasından dolayı yapının aşağı kısımlarına pencere açılmasına olanak sağlanmıştır. Pencereler yüksekçe, devasa boyutlarda, çoğunlukla zengin vitraylarla süslenmiş vaziyettedir. Bu sayede güneş ışığı mekana rahatça girer ve içerisi çok daha aydınlık ve ferahtır.
İç ve dış süslemeler daha somuttur ve hikayeler anlatılan figürler kullanılır. Geçmişte okuryazarlık oranının çok düşük olduğu dönemlerde sıradan halkın İncil’de anlatılan kıssaları daha iyi anlaması için İncil’de anlatılan neredeyse tüm hikayeler kilisenin iç ve dış duvarlarına çokça oyma, kabartma ve süslemelerle işlenmiştir.
Gotik yapıların mimariye getirdiği en büyük yeniliklerden biri de üçgen ve sivri uçlu tonozlardır. Bir kilise ya da katedralin yalnızca giriş kapısına bakarak bile Gotik mi Romanesk mi olduğu anlaşılabilir.
Gotik Katedral, bir yandan da Haçlı Seferleri’nin bir yan ürünüdür. İlk Haçlılar, Kutsal Topraklar’a giderken yollarının üzerindeki Konstantinopolis’i gördüklerinde kentin büyüklüğü, zenginliği ve Ayasofya’nın görkeminden çok etkilendiler.
Fransa’da bunlarla karşılaştırılabilecek herhangi bir kent ya da kilise yoktu. Gotik katedral yapımına da Birinci Haçlı Seferleri bitip Haçlıların Fransa’ya döndükten sonra başlanması da tesadüf değildir.
Duomo Katedrali
“Milano bir hanımefendi gibidir… Güzel olmayı bilir, bakmayı bilmek gerek.” der yazar Donatella Piatti. Katılmamak elde değil. Birçoklarına göre İtalya’da Roma, Venedik gibi tarihi şehirleri gezdikten sonra Milano’da gezilecek çok yer yok gibi bir düşünce oluşur. Halbuki sırf Duomo Katedrali bile insanları Milano’ya çekmek için yeterlidir.
Duomo metrosundan meydana çıkınca karşınıza tüm heybeti ve ihtişamıyla beliren, insanın ağzını açık bırakan görkemli bir yapıdır Duomo Katedrali.
Eğer Vatikan’da bulunan Aziz Petrus Bazilika’sını saymazsak, İtalya’nın en büyük, Avrupa’nın ise 4. büyük katedralidir. Yapımına 1386 yılında başlanmış ve 1905 yılında tamamlanmıştır. Tabi bu tamamlanma süreci konusunda da değişik görüşler hakimdir.
Bu anlaşmazlığın sebebi; Napolyon katedralin bitirilmesini emretmiş. Bu emir üzerine 7 yıl gibi kısa bir sürede tüm dış cephe oymaları tamamlanmış. Böylece Napolyon’un arzu ettiği taç giyme töreni burada yapılabilmiş. Bu töreni açılış olarak yorumlayanlar var. Halbuki katedralin son kapısının yerleştirilmesi 1965 yılına dayanıyor.
İ.S. 355 yılında tamamlanan ilk Milano katedrali, 1075 yılında çıkan yangın sonucu tamamen hasar görünce bu katedralin vaftizhanesi üzerine 1386 yılında Başpiskopos Antonio Da Saluzzo’nun emriyle Romanesk mimari stil ile yeni bir katedralin yapılması emrediliyor.
İLGİLİ YAZI : Floransa Katedrali – Santa Maria del Fiore
Ancak o dönem Milano’da çok güçlü olan ailelerden birine mensup ve aynı zamanda Başpiskopos’un da yeğeni olan Gian Galeazzo Visconti’nin müdahalesiyle Fransa’nın moda tarzına dönüşüyor Gotik mimari. İşin ilginç tarafı ise Gotik mimari modası geçtikten ancak 300 yıl sonra katedral tamamlanabiliyor.
Duomo Katedrali 40000 kişinin aynı anda ibadet edebileceği, toplam 11700 metrekarelik bir alana kurulmuş. İç hacmi 440000 metreküp, uzunluğu 158.6 metre, genişliği 92 metre ve nef genişliği ise 16.75 metre uzunluğundadır.
Heykeltraş Guiseppo Perego tarafından 1762 yılında yapılan ve katedralin en tepesinde bulunan som altın Madonnia heykelinin yüksekliği ise 108.5 metre olarak ölçülüyor.
Madonnia Heykeli’nin som altından yapılmasının nedeni, sisli ve karanlık Milano’da, Duomo Katedrali’nin her an görülmesinin istenmesi. Tabi bu heykelle birlikte yapının üzerinde 3500’den fazla heykel var fakat bu heykel som altın olduğundan dolayı defalarca helikopterle çalınmaya çalışılıyor ancak bugüne kadar kimse başarılı olamıyor.
Katedralin dışı öyle ihtişamlı ki içine girildiğinde dışına oranla biraz sönük kalıyor. İçeride sizi bazı önemli eserler karşılıyor ancak bunların en dikkat çekeni, Rönesans Dönemi’ne ait ünlü eserler oluyor. Ayrıca Hz. İsa’nın resminin olduğu bronz renk kapıyı herkesin ellediğini göreceksiniz. Bunun nedeni ise bu bronz kapıya dokununca kişiye şans getirdiğine inanılıyor.
Katedralin içinde gerçek mumyalar da bulunuyor. Yüzleri altın rengi masklarla kapatılmış ama alttan bakınca saçlarını görebiliyorsunuz. Onun dışında açıkta duran tek yer elleri.
Rivayete göre katedralin üst kısmında sürekli devam eden küçük bir inşaat görüntüsü vardır. Katedralin iç kısmında da böyle bir çalışma hakim. Bunun nedeni ise anlaşmaya göre yapının inşaatı bitince yapı sadece İtalya’ya ait değil, tüm dünyanın olacaktır. İtalyanlar bu nedenle yapının inşaatını sürekli devam ettirmektedirler.
Kaynak :
‘Gezi Notlarım’
Akşam saatlerinde gitmiştim, o ışıklandırma sistemiyle bina muhteşem bir hal almıştı. Akşam görmenizi tavsiye ederim.