Edebiyat

Murat Gülsoy’un “Âlemlerin Sürekliliği” Adlı Öyküsünde Zamanla Oynanan Oyunlar

Murat Gülsoy

Murat Gülsoy

GİRİŞ

Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.”

Ahmet Hamdi Tanpınar

 

Sözü bir önceki incelememdeki gibi güzel bir hikâye ile açacağım. Bu hikâyeyi Erdal Beşikçioğlu’nun TRT’de yayınlanan Cemil Meriç için hazırlanan belgeselde dinlemiştim. Size o belgeselden naklediyorum:

“Kuvvetli bir hükümdardı Hoang Ti, Çin’in ilk imparatoru. Anibal’ın çağdaşı. Altı krallığı yok edip beylikler sistemi sona erdiren hükümdar. Çin seddini inşa ettiren büyük Hoang Ti…

Hoang Ti bir gün en gözde kahinini çağırdı ve ona şöyle dedi:
– İşte kahin! Yaptıklarımı biliyorsun. Ülkeyi nerden nereye getirdim. Bölünmüştük-birleştirdim, küçülmüştük-büyülttüm, sınırlarımız boyunca koca duvarlar ördürdüm, topraklarımızı güvence altına aldım. Bunca felaketten sonra geleceğimiz daha da parlak olacak. Ama geçmiş… Olduğu yerde duruyor. O kötü hatıralar, Çin’in o lanetli geçmişi… Korkarım ki, parlak bir geleceğe yürürken lekeli geçmişimiz tökezletecek bizi. Söyle kahin geçmişi nasıl yok edebiliriz?

Kahin bir an düşündü ve ardından cevap verdi:

– Yüce hükümdarım,Çin’in bütün geçmişi tek bir kelimedir. O kelimeyi yok etmedikçe geçmişi yok edemezsiniz ve o kelime kitaplarda saklıdır.

Bunun üzerine Hoang Ti ülkedeki bütün kitapların yakılmasını emretti. Yakılan kitapların külleri, bir baştan bir başa imparatorluk topraklarının semalarında uçuştu aylar aylar boyunca toz kanatlı kelebekler gibi. Bir gece yarısı Hoang Ti’ye geçmişe ait son hatıranında yok edildiği müjdelendiğinde; kahini tekrar çağırdı:

– Çin’in bütün geçmişi tek bir kelimeydi öyle mi sevgili kahin?  dedi. İşte nihayet ben, o kelimeyi kazıyıp attım bu ülkeden.

Kahin:
– Hayır hükümdarım. Kelime hala yaşıyor. dedi.

Kahinin bu sözleri Çin topraklarının tekrar yangın yerine dönmesi demekti. Hoang Ti yine ferman üstüne ferman çıkarttı ve gökyüzü yakılan kitapların külleriyle tekrar griye boyandı birkez daha. Ama Hoang Ti beklediği müjdeyi bir türlü alamadı. Kahin her seferinde aynı şeyi söylüyordu, kelime hala yaşıyor! Ve bu böyle sürüp gitti.

Aradan yıllar geçti…

İmparator Hoang Ti ölüm döşeğindeydi artık. Yakılmadık tek bir kitap, yıkılmadık tek bir kütüphane, yırtılmadık tek bir sayfa kalmamıştı koca ülkede.

En gözde kahinini bir kez daha huzuruna çağırdı imaparator:

– Biliyorum. dedi iniltili bir sesle. Müjdeli bir haber vermeyeceksin bana, biliyorum.Geçmişi yok edemedim. O melun kelime hala yaşıyor ama nasıl?

Bu muammaya verebileceği bir cevabı yoktu Kahinin. Boynunu kederle büktü ve sustu öylece. Ve Hoang Ti yeniden sordu. Tekrar ve tekrar sayıklar gibi. Nasıl? Nasıl..? Nasıl…? Ertesi sabah ruhunu teslim ederken Hoang Ti’nin ağzından dökülen son fısıltı da aynıydı. Nasıl?

Çin geleneklerine göre bir imparator öldüğünde cesedi soylu rahipler tarafından mumyalanır. Derler ki, rahiplerin en genci mumyalama sırasında Hoang Ti’nin sırtında bir leke gördü. İmparatorun sırtına dövme gibi kazınmış bu leke bir kelimeydi… Uğruna bütün kitapların yakıldığı o kelime. Çin’in bütün geçmişini içinde saklayan kelime. Rahiplerin en genci kelimeyi tanıdı, ezberledi ve çoğalttı.

Konfüçyüs’tü bu rahip. Hani, “Geçmiş asla silinmez!” sözüyle şöhret bulmuş kahin.”

Bir önceki incelememde hatırlattığım Aristofanes’in insanoğlu yarım oluşunu gidermek ve tamamlanmak için arayışın temelini anlattığı söylencede olduğu gibi bu hikâyede de bir nevi insanoğlunun ölümsüz olmak istemesi, zamana karşı gelip ölümü yenmek istemesi gibi bir arayışı da vardır. Lakin henüz ölümsüzlüğün bilimsel olarak keşfi mümkün değildir. Beri yandan insanoğlu ölümsüzlüğü öldükten sonra ortaya koyduğu eserlerle keşfetmiştir demek pek yanlış olmaz.

Tanpınar’ın mezar taşına dahi işlenmiş o meşhur dizeleri de aslında bize bunu göstermektedir:

Ne içindeyim zamanın,

Ne de büsbütün dışında;

Yekpare, geniş bir anın

Parçalanmaz akışında.”

Ahmet Hamdi Tanpınar

Tanpınar’ın bedeni zamanın bir getirisi olan ölüme karşı koyamamıştır. Lakin onun kelimeleri en ufak bir kağıt parçasında nefes aldığı takdirde Tanpınar da kelimeleri sayesinde o eski kağıt parçasında nefes almaya devam edecektir. İşte sadece insanoğlunun zamana karşı koyabildiği ve ölümü ve dahi hayatın sürekliliğini yenebildiği tek yol sanattır. Bu fikirlerimin Murat Gülsoy’un Âlemlerin Sürekliliği adlı öyküsünde izini sürecek ve zaman kavramının yansımalarının desteğiyle bir çözümleme yapmaya çalışacağım.

Sürenin Sürekliliği

Fransız filozof Henry Bergson 20. yüzyılda batı felsefesine yeni bir soluk getirmiştir. Özellikle zaman üzerine yaptığı tespitler Bergson Felsefesi denilen, birçok sanatçının onun düşüncelerinin izinden gitmiştir.

Bergson’a göre fiziksel, mekanik, uzamsal olgular ile içsel, psişik olgularının kesinkes ayrımına gidilmelidir. Bergson’dan önce zaman kavramı fiziksel, mekanik, uzamsal bir olgu olarak ele alınırken, Bergson ile birlikte zaman mefhumu ben’in koşulsuz yaşam akışı içinde içsel, sezgisel, psişik olgularla kavranabilen bir kavram olduğu düşüncesi ortaya atılmıştır. İnsanoğlunun bu içsel, sezgisel yetilerle ulaştığı mefhuma durée (süre, saf süre) demiştir.

Henri Bergson

Bergson’a göre süre kavramı, insanın zihninde hem geçmişin hem de şimdinin yek pare bir an içinde mevcut halde bulunmasıdır. Bu an tam anlamıyla bir nehrin akış haline benzetmek mümkündür. Bergson bu benzetmemin yerine, kar topunun yuvarlanışı metaforunu kullanarak açıklamakta. Bu metaforlardaki nehrin akışı ve kar topunun bir tepeden yuvarlanışı süreklilik gerektirir.

Süre kavramını daha iyi kavrayabilmek için Bergson’un tanımını hatırlatmakta fayda var: “Süre, ilerledikçe kabaran ve geleceği kemiren geçmişin devamlı akışıdır.” [1]

Elbette süre kavramı yukarıda bahsini açtığım gibi geçmişin ve şimdinin aynı anda varlığını sürdürmesidir. Lakin bu birlikteliğe ancak ve ancak bellek vasıtasıyla ulaşılabilir. O yüzdendir ki süre kavramı ile bellek kavramı birbirleriyle var olan iki olgudur. Geçmişin şimdide var olabilmesi için ben’in belleğe ihtiyacı kuşkusuzdur.

Âlemlerin Sürekliliği ve Diğer Hikâyeler

Murat Gülsoy’un Âlemlerin Sürekliliği ve Diğer Hikâyeler adlı öykü kitabının birinci bölümünde: Kasiyer, Hüthüt Kuşu, The Girl of Ipanema, Bunak, Vazgeç, S.O.S, Geçmiş Zaman Elbiseleri adlı öyküler; ikinci bölümünde ise Âlemlerin Sürekliliği adlı içinde başlıklarla ayrılan öyküler bulunmakta. Kitabın ikinci bölümü aslında yazarın ilk bölümdeki öykülerin yazım serüvenini bize anlatmaktadır. Bu yüzdendir ki anlatıda yazarın üstkurmaca tekniğini üst düzeyde kullanışını gözlemleriz.

İlk olarak kitabın geneline hakim olan bahsini açtığımız üstkurmaca tekniği Gülsoy’un kendi deyimi ile metakurmaca (metafiction) anlatım tekniğiyle hikayenin, hikayesinin, hikayesini yazarak, öykülerin birbirlerini tamamladığını göstermektedir. Tam anlamıyla okura bir oyun deneyimi yaşatmaktadır. Okur, yazarın sunduğu ilerlemenin dışında ikinci bölümden başlayarak okuma yaparsa, öykülerin nasıl yazıldığını anladıktan sonra yazılan öyküye geçiş yaparak bir kendine bir anlatı oyunu kurmuş olur. İlk bölümde birbiriyle bağlantısı olmayan öykülerin ikinci bölümle birlikte parçaların oturmasına sebep olur.

Bergson’un zaman kuramından bahsedişimiz beyhude değildir. Gülsoy’un anlatısına girmeden evvel anlatısının ismi oldukça dikkat çekicidir bu hususda. Âlemlerin Sürekliliği tam anlamıyla daha önce bahsettiğimiz durée, süre olgusuyla yahut Tanpınar’ın; “Yekpare, geniş bir anın/ Parçalanmaz akışında.” dizelerini bize ilk bakışta hatırlatmaktadır. Bu ismin tesadüfen seçilmiş olduğunu düşünmüyorum. Süreklilik kelimesi tam anlamıyla bir devamlılığı, bir döngüyü bizlere sezdirmektedir. Beri yandan bir anlatı oyunu kurduğunu söylediğimiz Gülsoy bir döngü kurmuştur demek yanlış olmaz.

Kitabın ikinci bölümünde anlatılan öykülerin yazım serüvenin içinde ilk bölümdeki öyküleri kapsıyor olması Bergson’un durée kavramının kurmacaya yansımasıdır. Okur ilk olarak kitaba ikinci bölümden başlarsa örneğin Kasiyer adlı öykünün nasıl yazıldığını görmekte ve daha sonra bu öyküye geçiş yaparak onu okuduğu an Bergson’un döngüsünü istemsizce yapmış olacaktır. Bu önermenin tam tersi de gayet mümkündür.

Özetle Gülsoy’un bu anlatısı kurmacanın çok iyi bir şekilde kurgulandığı ve okura sunulduğu şahane bir oyundur. Sunulan bu oyun ise parçaların birbirini tamamladığı bir yapboza benzemektedir. Bu oyun Bergson’un döngüsüyle eşleştirmek el-cevap mümkündür.

Âlemlerde İz Sürmek

Murat Gülsoy’un anlatısının daha çok üstünde duracağımız kısmı II. bölüm. Bu bölümün ilk başlığı Muayene. Bu bölümle birlikte anlatının sesi, öykünün ana kahramanıyla aynı kişiler olduğunu görüyoruz. Kahramanımız annesi ile birlikte bir hasta ziyaretine gider ve gidene kadar ziyaret edecekleri kişiler hakkında bilgi sahibi olduğumuz paragraflar ile karşılaşırız. Taki kahramanımız ziyaret edecekleri evin yakınında bir yere arabasını park edeceği sırada Bergson’un söylediği bellek vasıtasıyla bir zaman döngüsüne girer. Bu sıçrayış geçmişte yaşadığı tatil anılarını, hayatını paylaştığı kadınla olan sorunlarını yani kısacası iç çatışmalarını bir iç monolog ile şimdiki ana getirir. Bahsini açtığım süre ve bellek olgusu bu metinde fazlasıyla görülmektedir. Kahramanın bu içsel serüveni arabayı park edişinden, ziyarete geldikleri evin asansörüne kadar süregelir. Kahramanın tahmini beş dakikasını alacak olan park yerinden asansöre yürüyüş kısmı okura yansıtılmaz aksine bu kısımda zaman genişler ve bellekteki anların şimdiye sıçrayışıyla uzun bir zaman zarfını çok kısa bir sürede tecrübe eder.

Bellekle yapılan bu sıçrayışlar bir akışı oluşturduğu gibi kahramanın diyalog kurduğu sırada, her diyalog cümlesinden sonra kahramanın bir iç konuşmasını, monologunu görürüz. Anlatıdan diyaloglara, diyaloglardan anlatıya geçişler arasında da bir zaman geçişi söz konusudur. Bu tespit sadece bu bölümde değil, anlatının geneline hakim olan bir olgudur. Kahraman diyalog kurduğu an her diyalog arası bir iç konuşma, mukayese vardır. Bu durumu da şöyle açıklamak mümkün; anda yaşanan diyaloga monolog ile müdahale edilmiş ve bu müdahale ile birlikte söylenen söz geçmiş anda kalmamış geniş bir ana yayılmış olmaktadır.

Daha sonra değineceğim bir hususun başlangıcını da bu bölümde görmekteyiz. Öykünün bir diğer kahramanı olan ana kahramanımızın ziyarete gittiği kişi Vedat Enişte’nin yaşam konusunda pek vakti olmadığını öğreniriz.

  1. bölümün ikinci başlığı ise Başkası İçin Süsleniyorum adında. Bu bölümde de ilk bölümde olduğu gibi bellek ve bir takım anı uyarıcıları vasıtasıyla kahramanımız yazmak istediği öyküyü düşünürken yeniden hayatını paylaştığı kadın olan Ece ile anılarına hatırlar. Yeniden geçmiş zamanın yükü ana sıçrayarak genişler, ağırlaşır. Sonra tekrar yaşanan ana dönülür. Bu bölümde ekseriyetle kullanılan zaman kipi görülen geçmiş zaman kipidir.
  2. bölümün üçüncü başlığı ise Odamda Yolculuk adında. Kahramanımız yeniden yakın geçmişte yaşadıklarını gözden geçirir.Vedat Enişte ile olan diyaloglarında kafasında takılan şeyleri, bir önceki bölümdeki kütüphaneci kızı düşünür. Yeniden yazarımızın Bergsonyen bir tavır takındığını gözlemleriz.
  3. bölümün ikinci başlığı ise Sherlock Holmes adında. Bir önceki bölümde kitabın diğer hikayeler başlığı altında bulunan Kasiyer adlı hikayeyi yazmaya başladığını gördüğümüz kahramanımız bu bölümün girişinde Vedat Enişteye bu hikayeyi okuduğunu söyleyerek başlar. Görüldüğü üzere Kasiyer hikayesinin nasıl yazıldığını istemsizce okur şahit olur. Aynı zamanda bir önceki bölümden bu bölüme geçiş arasında bir zaman sıçrayışı olmuştur. Öykünün yazılmaya başlandığını ancak yazıldığı anları okur bilmemektedir. Bu tip zaman sıçrayışlarını II. bölümün diğer kısımlarında da görmekteyiz.
  4. bölümde yer alan diğer başlıklara tek tek değinmektense, yukarıda belirttiğim zamanın biçimlenişleri bu bölümün geneline yayılmaktadır. Tekrar etmekte bir yanlışlık görmüyorum. Bölümün geneline hakim olan bellek vasıtasıyla sürenin birleşemesi yani geçmişin anla birleşerek bir akışa sahip olduğunu görmekteyiz. Bu görüşün dışında, kahramanın genellikle Vedat Enişte ile olan diyalogları arasında monologlar eklenerek yazar diyalog anını monolog vasıtasıyla genişletmeye çalışmış ve zaman mefhumunu böylece uzatmıştır.

Ölüme Zincir Vuran Bir Ölümlü

İncelememin en başında bahsini açtığım hikayeden hareketle ölümsüzlüğün, zaman mefhumuna karşı açılan bir savaşın sadece ve sadece sanat ile olabileceği konusuna değinmiş ve daha sonra incelemem ile bu kısmın bağını kuracağımdan söz etmiştim.

Öykünün muhtevasına bakıldığında Vedat Enişte vefat eder ve onun vefatına kadar yazarımız kitaptaki diğer öyküleri tamamlar. Vedat Enişte kahramanımıza bir mektup ve mektup zarfının içinde saçlar bırakır. Vedat Enişte saç teli bırakarak önceden aralarında konuştukları klonlama teknolojisini kendisi için kullanmasını ister. Lakin yazarımız Vedat eniştenin kendi hikâyesini yazmasını istediğini düşünür. İşte tam bu noktada Vedat Enişte ölüme zincir vuran bir ölümlüdür. Bedeni işlevini yitirse dahi, yer aldığı kelimelerde, hikayelerde zamana karşı verdiği savaşı kazanmış olacaktır. Bana kalırsa kitabın zaman üzerine oynadığı en büyük oyun budur. Yazar kitabı yazarken elbette ustaca bahsettiğimiz zaman tekniklerini kullansa da vermek istediği mesaj konusunda da zaman mefhumunu gayet başarılı bir şekilde kullanmıştır demekte beis görmemekteyim.

Sonuç

2003 yılında ilk basımı yapılan Âlemlerin Sürekliliği, Diğer Hikâyeler ve Âlemlerin Sürekliliği şeklinde iki bölüme ayrılmıştır. Diğer Hikâyeler ismini taşıyan ilk bölüm yedi öyküden, Âlemlerin Sürekliliği adındaki ikinci bölüm ise tek bir öykünün bölümlere ayrılmasıyla oluşturulmuştur. Kitabın ikinci bölümü olan Âlemlerin Sürekliliği Diğer Hikâyeler adını taşıyan ilk bölümdeki yedi öykünün yazılış serüvenini okurla buluşturmaktadır.  Bu oyunu iste meta kurmaca tekniğini kullanarak sunmuştur.

Anlatıyı oluşturan cümlelerin kısa cümleler oluşu öykünün temposunu, ritmini yukarıya taşımıştır. Genellikle bu tempo diyaloglar ve monologlar kullanılarak artırılmıştır. Öykünün kahramanımız tarafından yazılış süresi ve yaşanış süresi hakkında net bir bilgi yoktur. İkinci bölümün arası geçişler birden bire olmakta, kahramanın Diğer Hikâyeler bölümündeki öyküleri yazma sürelerinin belirsiz oluşu bunun ispatıdır. Öykü zamanı ile anlatı zamanını karşılaştırmak gerekirse; anlatı zamanı yaklaşık altmış üç sayfa sürmekte, buna karşılık öykü zamanı konusunda bir belirsizlik vardır. Bu sebeptendir ki kahramanın yaşadığı fiziki zaman ve psikolojik zaman arasında da tamamen bir zıtlık hasıl olmuştur.

Anlatının dil bilimsel zaman açısından anlatıda belirgin bir zaman kipi olarak görülen geçmiş zaman kipi ve geniş zaman kipi sıklıkla kullanılmıştır. Bergson’un bellek kavramıyla kahraman anılara, yakın geçmişe sıçrayış yaparak onları şimdiye getirdiği anlarda genellikle öğrenilen geçmiş zaman kipi kullanılmıştır. Bunun yanında anlatıdan diyaloga, diyalogdan mologa ve tekrar diyaloga geçişlerde belirgin bir zaman kipi değişimi görülmektedir.

Gülsoy anlatısını tamamen üstkurmaca tekniği üzerine kurmuş, bu teknik sayesinde anlatısının tamamına Bergson’un durée metodolojisini yaymıştır. Özellikle ikinci bölüm olan öykülerin yazılış serüveni kısmında Bergson’un süre ve bellek kavramlarını çok iyi kullanarak kahramanın hafızası vasıtasıyla anılarına sıçrayışlar ile birlikte anlatıda zaman mefhumunu tam anlamıyla bir akış halinde döngüselleştirmiştir.

Özetle Tanpınar gibi Murat Gülsoy da bu anlatısında  Bergson felsefesini ustalıkla kullanmıştır. Gülsoy’un üzerinde durduğum öyküsündeki zaman algısını bütün anlatılarına mal etmek doğru değildir.  Yazar postmodern tekniklerle kurduğu öyküsünde mutlak suretle zaman mefhumuyla oyunlar oynamıştır. İncelememde üzerine eğildiğim zaman teknikleri dışında metinler üzerinde bir çok teknik uygulanabilir. İncelememin daha fazla uzamaması için içinden çıkardığım bir çok kısım bulunmakta. Daha kapsamlı bir inceleme el-cevap mümkündür.

Uzun süredir bir şeyler yazamadım buralara. Umarım sizlere faydalı olabilmiş, bir şeyler filizlendirebilmişimdir. Çok sevdiğim biri sayesinde keşfettiğim bir Latince cümle ile yazımı bitiriyorum.

“Florebo quocumque ferar!”

Muhabbetle.

[1] Bergson, L’évolution créatrice s.1

Ne düşünüyorsunuz?

Heyecanlanmış
0
Mutlu
1
Aşık
0
İlginç
0
Komik
0
Baturay Gül, Ondokuz Mayıs Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünde Yüksek Lisans öğrenimi görüyor. İletişim: [email protected] Twitter: @BaturayGul

Yorumlar kapalı.

İlgili içerikler

KATEGORİ:Edebiyat