Murat Yalçın’ın Öykülerine Postmodern Bir Yaklaşım
Postmodern Edebi metinlerde en sık kullanılan “üstkurmaca” yahut Murat Gülsoy’un deyimi ile “metakurmaca” (metafiction) anlatım tekniğine; edebi metinin (öykü,roman) nasıl oluştuğunun hikayesi denilebilir. Tam anlamıyla bu teknik; “hikayenin hikayesini” (fiction in fiction) yazmaktır.
Yani bu hikaye ile sanatçı, yazar hikayenin anlatıcısına da bir anlatıcıdan bahsettirir ve böylece okur ile arasındaki mesafeyi bir kat daha arttırmış olur. Yani metinde asıl kurgunun dışında bir öykücük daha olur ve bu öykücük okuduğumuz metindeki anlatının nasıl öğrenildiğine dair bilgiler, ipuçları verir.
Üstkurmaca Tam Anlamıyla Nedir?
Üstkurmaca tekniğini daha iyi anlamak için gelin şöyle bir hikaye yazarak örneklem yapalım; ben havanın güzel olduğu bahar günlerinden bir gün sahilde bir arkadaşım ile yürüyüşe çıkarım. Yürürken cemrenin düşmesiyle hareketlenip filizlenmiş bir ağacın gölgesindeki bankta bir birlerine sımsıkı sarılmış yaşlı bir çift görürüm ve onların bu güzel anlarını ölümsüzleştirmek için fotoğraflamak isterim.
Benimle yürüyüşe çıkan arkadaşımsa, benim yaşlı çiftin güzel anını fotoğrafladığım an onları ve beni aynı kare içerisinde fotoğraflar. Yani hikayenin hikayesini deklanşöre basarak anlatır.
Bu tekniği daha da içselleştirmek ve somutlaştırmak için; Jan van Eyck’in meşhur ve bir o kadar da üzerinde bir birinden farklı yorumlar getirilmiş “Arnolfini’nin Evlenmesi” adlı eserini kullanacağım. Bu harikulade eserin simgesel anlamları noktasında elbette fikirlerim var lakin bu konuyu uzmanlarına bırakmak daha doğru olacaktır.
Eserde bizi konumuz itibariyle ilgilendiren husus ise tuvalin tam ortasında bulunan resim sanatında belki de ilk defa kullanılan ayna. Aynanın üzerinde; “Johannes van Eyck fuit hic” yani “Jan van Eyck buradaydı” yazmakta. Daha da ilginci aynaya bakıp dikkatlice incelediğimizde odada ilk bakışta gördüğümüz figürler haricinde resmin odak noktasında bulunan evlenen yahut evli çiftin tam karşısında iki kişinin daha olduğunu görürüz.
Çiftimizin karşısında bulunan kişileri kimi yorumcu eve gelen misafirler olarak, kimisi de Jan van Eyck ve öğrencisi olarak yorumlamakta. Bense bu yorumlardan ikincisini baz alarak konumuzla bağlantısını kuracağım. Biraz önce kendi yazdığımız hikayede; nasıl ki fotoğrafın fotoğrafı çekilerek hikayenin hikayesini anlatıp üstkurmaca yaptıysak, Jan van Eyck’in bu şaheserinde de asıl hikayenin hikayesi gösterilmiş ve bu kurgu dışında bir kurguyu ayna ile birlikte gizleyerek anlatmıştır.
Bu açıdan baktığımız taktirde Rönesans döneminde Jan van Eyck sanatında üstkurmaca tekniğini kullanmıştır diyebilir miyiz? El- cevap diyebiliriz.
Üstkurmaca oluşturulurken üç ayrı şekilde oluşturulabilir. Bunlar;
- Metnin kuruluşunu, yazılış sürecini olgu içerisine konumlandırma, ayrıca diğer kurmaca metinleri kısmî olarak yerleştirme.
- Yansıtmacı tarzda dış gerçekliği olabildiğince inandırıcı bir tutumla kurmaca yapıya aktarma kaygısının yerini nesnel gerçeklik-kurmaca ilişkisi/çelişkisini belirginleştirme.
- Modern yansıtmacı ve modernist tarzlarda kimliği ve işlevi örtükleştirilen anlatıcıyı etkin figür olarak belirginleştirme.
Bu uzun girizgahtan sonra Murat Yalçın’ın Aşkı Mumya İma Kılavuzu adlı kitabında bulunan Kör Nokta ve Sabah adlı birbirini tamamlayan iki öyküyü inceleyeceğim. Murat Yalçın’ın pek çok öyküsü üstkurmaca anlatım tekniği özellikleri taşır.
Daha önce bahsettiğim üstkurmaca metinlerde gözlenen; öykülerin yazılış sürecinin okurla paylaşılması, okuduğu metnin kurgu olduğunun sürekli okura hissettirilmesi özellikleri hemen her metinde kendini gösterir. Murat Yalçın için yazmak bir anlamda hesaplaşma ve yüzleşme alanıdır. Bu anlamda yazının işlevinin sorgulanması yazılan metnin bir parçası olur.
Kör Nokta ve Sabah adlı öyküleri tamamıyla bir öykünün yazılış sürecini anlatmaktadır. Kör Nokta öyküsünün başlangıcında;
“Bir gün, ‘Tutup, ıskartaya çıkmış bir hikaye anlatsam, kim, ne der?’ dedi Hayati. Anlat, dedim, anlat da adını ben koyayım. ‘Kör Nokta’ desem yeridir, anlattıklarına.” Diyerek anlatısına başlar ve bu başlangıç ile okura yani bize Hayati adlı karakterin hikayesinin yazacağını bize hissettirir. Bu hissettiriş öykünün ortalarına doğru histen çok kesinkes vuku bulur. Vuku bulan yer ise şu kısımdır;
“Hayati’nin anlattıklarını yazmaya başlamadan birkaç ay önce, üstünde sadece adım adresim yazılı bir zarf geçti elime. Aşağıdaki ilânı böylece bu hikâyenin ortasına çerçeveleyip koymam rica ediliyordu. Gülümsedim… Yüreğimin burkulması bir yana, kimseyi kırmak gelmiyordu elimden. Elimden geleni yaptım, çerçeveleyip astım.”
Öykünün ikinci örnek olarak gösterdiğim kısmına kadar Hayati’nin yazarımıza o ‘’ıskartaya çıkmış hikaye’’ yi anlattığını ve yazarın da bu hikayeyi yazıp bize sunduğunu görmekteyiz. En başta açıkladığım üstkurmaca tekniğinin en salt örneklerinden biriyle karşı karşıya kalıyoruz anlayacağınız.
Ve dahası; klasik anlatılarda ki olayı, durumu hiç bir şeyin bölmesine izin vermeme geleneğine karşın postmodern metinlerdeki olayı kesme durumu ile zarfın içindeki ilanın bir kağıt şeklinde bize, okura gösterilmesiyle karşı karşıya kalıyoruz. Bu ilanda hikayede bahsi geçen kızın (Aslı) bize, okura seslendiği cümlelerle karşılaşıyoruz.
Yine bir üstkurmaca tekniği ve bu teknikte ise hikayedeki karakterlerin bir kurmaca, anlatı oluşturmalarıdır. Bu sayede yazar okura gerçeklik ile kurmaca arasındaki ilişkiyi bilinçli bir şekilde sorgulatmaya çalışır. El- cevap bunu gerçekleştirir. Çünkü üstkurmacanın amacı okura okuduğu metnin bir kurmaca olduğunu hissettirmektir.
Gözlerimizin önüne serilen ilandan sonra yazar kendi kendine yahut bizimle, okur ile diyalog değilde monoloğa giriyor;
“Beklentilerimin önümü kesmesi doğaldı. Ne çıkardı? Bu soruyu yanıtlama gözü pekliğini gösterebilir miyim? Her şey ıslaktı o zamanlar. Ne zaman, nasıl kururdu? Nereden bilirim, neyin ucunu önceden görebilirim ki? Öylece başlamak… neyi, neye göre başlayıp bitirebilirim? Bir ‘bilirkişi’ aranıyordu, böyle söylendi.
Anladım ki, çeşitli kanılara ilişkin bir metni yazmak, bu hikayeyi anlatmak kadar güç.” Postmodern metinlerde anlatıcı tam anlamıyla belirginlik kazanır. Özellikle yukarıdaki üstkurmaca ile oluşturulan pasajdaki gibi anlatıcı kurmaca yapının etkin bir figürü haline gelir. Yazar hem metnini yazmakta hem de kurmacasının içinde kendine figüratif bir rol biçer. Tam anlamıyla yazmak ve yaşamak iç içe girer.
Yukarıda bahsettiğim pasajdan Kör Nokta öyküsünün sonuna kadar hatta devamında gelen Sabah adlı öykünün son iki paragrafına kadar yazar Hayati’nin hikayesini bize anlatmaya devam eder.
Sabah isimli öykünün son iki paragrafı ise, yazarın hikayeyi dinledikten yıllar sonra Hayati ile karşılaşmasıyla ve Hayati’nin yazarın öyküyü bıraktığı yerden devam ettirmesi ve bitirmesiyle son bulur. Yeniden yazarın dışındaki karakterlerin bir kurmaca, anlatı oluşturması hatta ve hatta anlatıya son vermesini bu son iki paragrafta görmekteyiz.
Elbette postmodern metinlerde kullanılan birçok teknik (metinlerarasılık, polisiye/gerilim, tarihe yönelme, çoğulcu estetik, okur merkezlilik, pastij, ironi v.b) var. İncelediğim öykülerde yazarın üstkurmaca tekniğini sıklıkla kullanması dikkatimi celbetmesine sebep oldu ve bu yazıyı böylece kaleme aldım.
Kaynakça
SAZYEK Hakan, “TÜRK ROMANINDA POSTMODERNİST YÖNTEMLER VE YÖNELİMLER”, Hece, Türk Romanı Özel Sayısı, Mayıs/Haziran/Temmuz 2002, s.493-509.