Sinema ve Dışavurumculuk – Dr. Caligari’nin Muayenehanesi

Dışavurumculuk
Ekspresyonizm, -Türkçe karşılığı dışavurumculuk olarak geçmektedir- 1900’lü yılların başlarında empresyonizm akımına tepki olarak başlayan akım, önemli ressamlar tarafından dolaysız ve kişisel ruh halini direkt aktarmayı amaçlayan bir sanat anlayışı ile ortaya çıkmıştır.
Empresyonizm akımında doğadaki nesneler olduğu gibi temsil edilir. Bunun yerine, normal olanın dışına taşan, insanın bilinç altındakilerini direkt dışarı yansıtmak temel amaçtır.
İnsanın iç dünyasına ait duyguları yani ruhsal durumu ve bozulmaları anlatmak esastır. Bu akımın temsilcisi sanatçılar, kendi iç dünyalarına yöneldiklerinden iç gözleme önem vermişlerdir. Dış dünyanın anlamsızlığına tepki olarak ruha bir anlam kazandırmaya çalışmışlardır.
Doğada var olan nesneleri somut ilişkilerden ayırıp çıplak ve yalnız olarak insan zihninin saf bir ürünü olarak incelemiş ve değerlendirmişlerdir. Sanatçılar insan bilincine ve iç dünyasına ulaşmayı amaç edindikleri için aklın kontrolünde olmayı gerekli görmüşlerdir.
Bu akımın sanatçıları eserlerinde zihin ve dış dünya çelişkilerini anlatmak ve ruhsal durumu daha iyi ifade edebilmek için bozuma uğratılmış renkler ve gölgeler kullanmışlardır. Bozulmuş çizgiler, bozulmuş imgeler, abartılı renkler ve normalin dışındaki objeler ile duygusal bir iz bırakmayı amaçlamışlardır.
Dışavurumcu bir eser kendini renklerin bozulmuşluğu ve çizgilerin gidişatlarından belli etmektedir. Dışavurumculuk, resim sanatı ile sınırlı kalmamıştır. Edebiyata uyum sağlamıştır. Ruh halini ve yaşamını kelimeler ile anlatmak isteyenler dışavurumculuktan etkilenen bir edebiyat oluşturmaya başladılar.
Dışavurumculuk daha sonra diğer sanat dallarına hızla giriş yaptı. Dışavurumcu sanat anlayışından beslenen eserler çıkmaya başladı. Yirminci yüzyılda yeni ortaya çıkan bir sanat dalı olan sinemanın dışavurumculuk akımı ile karşılaşması çok geç olmadı.
Dışavurumcu Sinema
Sinema, tiyatrodan farklı ve kendine ait olmak için uğraşım içerisindeydi. Alman sinemacılar, diğer ülkelerdeki anlayışların aksine kendi tiyatro ekollerini göz ardı etmek istemiyorlardı. O yıllarda tiyatroda var olan empresyonizme karşı ortaya çıkan natüralizm etkisinden kurtulmak isteyen sanatçılar için ekspresyonist akım bir kurtarıcıydı.
Yavaş yavaş tüm sanat alanlarına taşınan ekspresyonizm Almanya ve Avrupa’nın diğer büyük kentlerinde sanat dünyasını değiştirmişti. Tiyatrodan sonra yeni bir sanat olan sinemada, ekspresyonizm anlayışını benimsedi. Yeni ortaya çıkmış bir sanat olan sinemanın bu akımı benimsemesi tuhaf bir ilişki yarattı.
Fotoğraf icat edildikten sonra, anı ve hareketi en gerçek şekliyle yansıtabilme özelliğini vurgulamaya başlamıştı. Bu daha sonra sinemanın ortaya çıkmasında etkili olmuştu. Alman sinemacılar natüralist ve realist yaklaşımlara karşı çıkmak istemişler ve bu akımlara ters bir şeyler ortaya çıkarmak istemişlerdir.
Görüntü, hareket ve zaman olarak gerçeğe en yakın sanat olan sinema da ekspresyonist anlayış ile sinemanın asıl özelliğinden, sinemasal gerçeklikten uzaklaşmak istemişlerdir.
Dışavurumcu Sinema Kapsamında Bulunan Özellikler
Dışavurumcu sinemanın en belirgin özelliklerine baktığımız zaman, dekor tasarımları, ışık kullanımları ve oyunculuktur. Çünkü estetik yapılanmaya yeni bir nitelik kazandırılmak istenmiştir.
Filmler genellikle suç, yalnızlık, yabancılaşma ve karmaşa üzerinden devam eder. Bu konular işlenirken filmler biçim ve içerik olarak bütün halinde olmalıdır. Dekorlar hazırlanırken yönetmenin fikirleri alınmalı ve amaç dışına taşmamalıdır.
Bilinçli dış çekimler en az şekilde kullanılmalı, perspektif bozulmaları yaratılmalı ve bilinen anlayışının dışına çıkılmalıdır. Çerçevelenen görüntülerde çarpıklıklar göze çarpmaktadır. Amaç iç dünya karmaşasına ve çöküntüsüne değinmektir.
Evler, kuleler, köprüler orijinal boyutlarından küçük veya büyüktür. Devasa objeler yer almaktadır. Gerçek boyutlara ve oranlara uyulmamıştır. Aydınlatma önemli bir vurgudur. Objeler ışık ve gölgelere göre şekil değiştirebilir.
Gölge kullanımları, gerçeği çarpıtır ve filmi boğucu bir hava içerisine sokar. Grotesk oyunculuk esas alınmıştır. İç dünya dinamiklerini beden yüzeyinde dışa vurmak istenmiştir. Oyuncuların dekorlar ile uyumlu olması gerekir.
Doğal ve özgürce davranmaları istenmez. Akıcılığı olmayan ve doğal jest, mimiklerden yoksun belli kalıplara sokulmuş ifadeler kullanılır. Tepkiler abartılı ve doğallıktan fazla uzaktır. Oyuncuların makyajları abartılıdır.
Korkutucu bir hava yaratmaya en önemli yardımcıdır. Doğal mekan kullanımı neredeyse yoktur. Kapalı alanlar, stüdyo ve yapay dekorlar kullanılır. Dekorlarda kullanılan beklenmedik çizgiler, gölgeler ve pencerelerde son bulan perspektifler stilize bir görüntü oluşturur.
Anlatılmak istenen çaresizlik, öfke ve çıkmaz sokak hissi oyunculuktan ziyade dekor tasarımı ve ışıklandırma ile verilmiştir. Filmleri izlerken beyaz perdeden değil tiyatro sahnesinden seyircinin gözün hizasına yaklaşıp izleniyor gibi bir izlenim verilmektedir. Sahne geçişleri, dairesel kararma ve açılma şeklinde kullanılır.
Zaten karanlık olan anlatım bu geçişler sayesinde daha psikolojik hale gelir. Seyirciye psikoloji olarak anlam kazandırma ve düşünmeye zorlama amacı izlenir. Nazizm sonrası Almanya ve günümüz sinemasında dışavurumcu akımda kullanılan aydınlatma ve ışık kullanımları korku ve kara filmlerde karşımıza çıkmaktadır.
Kara filmlerde bazı yerlerde tipik ekspresyonist imgeler ve izlenimler görülmektedir. Özellikle gölge kullanımları ve karanlığın vurgulandığı sahnelerde bunlar göze çarpar. Mekan kullanımları, merdivenler, karanlık sokak ve koridorlar dışavurumcu akım dahilinde insanın ruh dünyasına gönderme yapar ve açığa çıkarır.
The Cabinet Of Dr. Caligari (1920)
Yönetmen: Robert Wiene
Film, bankta oturan bir gencin yanındakine bir hikaye anlatacağını söylemesi ile başlar. Francis bir kasabada yaşamakta, yakın arkadaşı Alan’la birlikte Jane’nin ilgisini kazanmak istemektedir. Kasabada panayır kurulur ve iki arkadaş panayıra giderler.
Çadırlardan birinde gösteri yapmaya başlayan Caligari tarafından hipnozite edilen Cesare, çadırda bulunan seyircilerin geleceğine dair sorulara cevaplar vermektedir. Alan, ne zaman öleceğini sorar ve Cesare, tan vaktinde diye cevap verir. Alan, tan vaktinde ölür ve olay örgüsü böyle devam eder.
Dr. Caligari’nin Muayenehanesi, Alman dışavurumcu sinemasının ilk örneği olarak kabul edilir. Sinemada dışavurumculuk, kökenlerini resim ve tiyatrodan almaktadır. Filmdeki dekorlarda direkt resim sanatı göze çarpar.
Resimlerle hazırlanmış arka planlar ve gölgeler yağlı boya ürünüdür. Seyirciye olaylar, Francis’in gözünden delice aktarılmıştır. Birinin hayal dünyasını ve bilinç altını aktarmak istenilmiştir.
Büyük ve geniş alanlarda çalışmak, detaylara indirgemek, objelerinin hatlarının keskin bir şekilde yansıtılması, dışavurumcu sinemanın özelliklerini kapsamaktadır.
Gölge kırımları, perspektif bozulmaları, renk bozulmaları dekorlara direkt resim sanatından alınmıştır. Işık ve gölge zıtlığı kullanılmıştır. Filmde gölgeler sürekli vurgulanır.
Gölge boylarının uzaması ve devasa şekilde görünün bazı objeler “Caligari” filminde dışavurumcu sinemanın direkt olarak biçimciliğini yansıtmaktadır.
Normal yapıya uymayan merdivenler, kapılar ve pencereler çizgilerin bozulması, başlıca olarak havayı karartmakta ve ruhsal olarak seyirciyi boğmaktadır. Dekorlar, soyut ve hayali atmosferin ve bununla beraber esrarengiz, ürkütücü karakterleri nitelendirmeye yardımcı olmuştur.
Abartılı ve donuk olan oyunculuk abartılı makyaj ile güçlendirilmiştir. Karakterlerde yoğun ve ürpertici makyajlar ön plandadır. Duvarlardaki çizgiler, dağınık ve belli bir ritim halinde değildir. Ruhsal dalgalanmalara işaret eder.
Film boyunca kullanılan dekor yenilikçidir. Bu filmde görülen dışavurumcu sinemanın biçimsel özellikleri yeni bir akım haline gelmeye başlamıştır.
Dışavurumcu sinemanın içerisinde yer alan caligarism adıyla anılan bu film akımı direkt olarak Dr. Caligari’nin Muayenehanesi filmini temel alır.
Kafka (1991)
Yönetmen: Steven Soderbergh
Yönetmen Steven Soderbegh’ in ikinci filmi olan Kafka (1991), yazar Franz Kafka’ya ithafen yapılmış bir film olmasına rağmen yazarın hayatını anlatan bir belgesel değildir.
Yazarın eserlerinden birinin beyaz perdeye uyarlanması ya da Franz Kafka’nın yaşadığı dönemi anlatma amacıyla yapılmış bir film de değildir.
Kurgulanmış bir hikaye ve olay örgüsü etrafında devam eder. Baş karakterin ismi Kafka’dır. Yazara ithaf vardır ama tüm film boyunca karakterden hiçbir zaman Franz Kafka veya Franz diye bahsedilmez.
Yönetmenin karakter ve yazar arasında oluşturmak istediği mesafenin sebebidir. Yönetmen filmi oluştururken yazarın eserlerinden, hayatından ve yaşadığı dönemden esinlenmiş ve sadece malzeme olarak kullanmış, orijinal bir hikaye oluşturmuştur.
Film, olay örgüsü olarak yazarın Şato romanına çağrışımlar yapıyor ve yazarın diğer eserleri isim olarak bile olsa geçiyor. Filmdeki bazı karakterler, Franz Kafka’nın eserlerindeki karakterler ile aynı isimleri taşımaktadır. Bazı sahnelerde Franz Kafka’nın yaşamına göndermeler de yapılmaktadır.
Filme baktığımız zaman dışavurumcu sinemaya göndermeleri net şekilde görebiliyoruz. Sahnelerden birinde Robert Wiene’ nin filmi Dr. Caligari’ nin Muayenehanesi’ nin afişini görünmektedir. Alman dışavurumcu sinema içerisinde yer alan Caligarism akımına gönderme yapılmaktadır.
Kafka filminde şehir hayatı içerisinde sokaklarda dışavurumcu ışık ve renk öğelerine rastlamaktayız. Örneğin: Filmde geçen Orlac olayı, başka bir dışavurumcu film olan Orlac’ın Elleri’ ne (1924) yapılan bir gönderme olduğunu görmekteyiz.
Başka bir karakterin ismi olan Murnau, Nosferatu filminin yönetmeni F.W Murnau’ya açık bir göndermedir. Film tamamen siyah beyaz olup, sadece Kafka karakterinin şatoya girdiği an sahnenin renklenmesi olayın çözümleneceği izlenimi vermektedir.
Şatoda olaylar bittikten sonra karakterimiz tekrar karanlık dünyasına geri dönüyor. Film boyunca siyah beyaz bir dünya var. Gölgeler ve çizgilerin çok net olduğunu görüyoruz. Kafka karakterinin bulunduğu sürekli paranoya durumu, ruhsal açılıma ve iç dünyanın direkt aktarımını bize göstermektedir.
Kafka filmi dışavurumcu öğeler taşımaktadır ama baktığımız zaman biçimsel olarak değil daha çok olay örgüsü ve izlenimler olarak bunu aktarmaktadır.