Yabancılaşan Sanat: Edebiyat ve Resim

“Bir Modernizm Sendromu: Yabancılaşma” başlıklı bir önceki yazımda; yabancılaşma kavramına bir temel atmıştım. Şimdi bu temelin üstüne, bu kavramın edebiyat ve resimdeki tesirlerini, örneklerini de ekleyerek modern binamızı inşa etmeye devam ediyorum. Kıymetli okurlardan ricam; bu ve bu yazımdan önceki iki yazıyı bir yazı dizisi olarak ele almanız. Böylece kurduğumuz binanın inşasına şahit olacaksınız. Önceki yazılarıma ulaşabileceğiniz bağlantıları ekliyorum.
-Bir Modernizm Sendromu: Yabancılaşma
Dünya edebiyatında 19. Yüzyıldan sonra yabancılaşma yani yabancılaşan sanat durumu bir önceki yazımda sıraladığım şekillerde bir çok kez ortaya konulan eserlerde kullanılmıştır. Bu kavramı metaforlaştırarak bizlere sunan Franz Kafka’nın Dönüşüm adlı şaheseri en ustalarındandır diyebiliriz. Kafka Marx’ın bahsini açtığı insan olamayanın yabancılaşma durumunu çok iyi resmetmiştir.
Kafka’nın Metamorfoz Metaforu
Kafka’nın ve Beckett’in insanlarını Yıldız Ecevit şöyle anlatır: “Kafka’nın ve Beckett’in insanları ‘grotesk’ özelliklerle dolaşırlar metnin içinde. ‘Korku’, ‘yalnızlık’ ve ‘umarsızlık’ yeni edebiyatın insanını biçimlendiren ana ögelerdir. Kendisine de, çevresine de yabancılaşmış bu insanı, dış görünüşünde de yabancılaştırır Kafka: Modernizmin bu büyük ustası onu bir böceğe çevirir Değişim adlı anlatısında.
20. yüzyıl insanının geçirdiği tinsel mutasyon, edebiyat düzleminde insanın böceğe dönüşmesiyle somutluk kazanır. Beckett ise tinsel düzlemde yaşanan bu geri gidişi; sakat, felçli, grotesk görünümlü insanlarıyla edebiyat düzlemine taşır.

Franz Kafka
İndirgenmiş insanı anlatır Beckett; boyutlarından birini, tinsel olanı yitirmiş insandır bu; Marcuse’nin “tek boyutlu insan” diye nitelendirdiği canlıdır… Bu insan, maddeler evreninde çırılçıplak kalmıştır, yalnızdır, kendisine de çevresine de yabancıdır.’’[1]
İlahi Komedya Yabancılaşan İnsanın Öyküsü Müdür?
Yıldız Ecevit’e göre yabancılaşma Dante’nin İlahi Komedya’sına kadar uzanır. O bu durumu şöyle anlatır: “İlahi Komedya’da cehennemin katmanları arasında dolaşan Dante, yoz bir toplumun insanlarının karanlık eylemleriyle dokur metnini.

La Divina Commedia di Dante – Domenico di Michelino (1465)
14. yüzyıl İtalya’sının ‘yabancılaşmış’ insanıdır Dante; yalnızdır, dış dünyayla örtüşmekte zorlanmaktadır.’’[2]
Özünü Korumak İsteyen İnsanın Romanı
Yıldız Ecevit aynı şekilde Genç Werther’in Acıları adlı kitabı da bu kalıba şöyle sokar: “18. yüzyılda Goethe’nin Genç Werther’i, kalıplaşmış değer ölçütleriyle biçimlenmiş burjuva toplumunda, üstü küllenmeye başlayan bir insan özelliğini, duyguyu dorukta yaşayabildiği için bir yabancı madde gibi algılanır çevresi tarafından.

Johann Wolfgang von Goethe
Toplumdaki gidişe yabancılaşan, ona ayak uyduramayan ve özü’nü yaşamak isteyen insanın çığlıklarıyla doludur Goethe’nin Werther romanı.’’[3]
Tutunamayan Bir Yabancı
Türk Edebiyatında ise yabancılık kavramını şu isim ve eserler ile özdeşleştirir Ecevit: “Türk edebiyatında ise Oğuz Atay, dış dünyada ‘tutunamamak’la özdeşleştirir ‘yabancılaşmayı’.
Modern romanın ülkemizdeki öncüsü Tutunamayanlar’da, roman kişisi Selim, ‘küçük ihtiras oyunlarına, açgözlülüklere, rekabetlere, dedikodulara, birbirine çelme atmalara’ ‘yabancı’dır, böyle bir dünyada soluk almayı bilmez o; ‘bana yaşamasını öğretmediler’ der.
Tutunamayanlar tümüyle bir yabancılaşmanın romanıdır, erdemli tinselliğin, yozlaşmış maddeselliğe yabancılaşmasının öyküsünü içerir. Türk edebiyatında Yusuf Atılgan, Ferit Edgü, Bilge Karasu ve Orhan Pamuk’un ürünleri bu tür bir yabancılaşmanın örneklerini motif düzlemine taşır.’’[4]

Oğuz Atay
Edebiyatta yabancılaştırma durumunu bir başka deyişle şöyle açıklayabiliriz: “Dış gerçekle örtüşmeyen, somut yaşamı yansıtmayan yeni bir ‘gerçekçilik’ anlayışının biçim tekniğidir yabancılaştırma.
Çağcıl edebiyatın estetik amacı, dış gerçeği ‘birebir’ kopya etmek değil, onu yeniden kurmaktır, çünkü gerçeği birebir kopyalamak için, her şeyden önce birebir algılanabilecek bir gerçeğin bulunması gerekir.
Hâlâ böyle bir gerçeği algılıyormuşçasına dünyayı teke tek yansıtmaya çalışan ve onu bir önceki yüzyılın estetik ölçütleriyle ‘öykülemeyi’ sürdüren yazar ise yalnızca bir ‘ardıl’dır; sanatın özünde yatan estetik gerçeği kavrayamamıştır: Sanat sürekli bir yenilenmeler zinciridir, her halkası bir diğerini yadsıyan ama yine de bir öncekinin içinden geçen.’’[5]
Yabancılaşan Resim
Haddim olmayarak resim sanatında yabancılaşma kavramı üzerine de naçizane birkaç kelam edeceğim. 19. ve 20. yüzyıllarda hasıl olan sanat akımlarını, hayatlarını idame ettiren insanların bulundukları durumlarından ayrı bir şekilde ele almak şüphesiz yanlış olur.
Yaşanılan ortamdan hareketle bireyin yaşadığı durum resim sanatında aksini görmekteyiz. Empresyonist eserlerde insan figürü tuvalden giderek silinmiş, bir ışığa, renge ve hatta lekeye evrilmiştir.

Claude Monet – Impression: Sunrise (1872)
20. yüzyılda endüstriyelleşmenin sonucunda bireyin içindeki ruhsal sarsıntıyı bir katharsis ile sanatına yansıtanların önderi olduğu Ekspresyonizm sanat akımı da bir diğer örneğimizi teşkil eder.
Birinci Dünya Savaşı’nın sayılamayacak kadar birbirinden kötü sonuçları bu akımı tetiklemiştir. Bu akımın sanatçısı da sanatında korku, yabancılaşma gibi duygular işlemiştir. Özellikle insan figürlerinde empresyonist sanatçılar gibi değişiklikler yapmışlardır.
Figürlerde kasıtlı bir dezenforme görülmektedir. Bu bahsini açtığım dönemin bireyini tam anlamıyla yansıtabilmek için resimlerde sıklıkla ölüm ve korku teması görülmektedir.

James Ensor – The Intrigue (1890)
Bu tip sanat hareketi örneklerini çoğaltabiliriz. Anti Sanat akımı yani Dadaizm, Sürrealizm ve Pop Art akımlarında da yabancılaşan bireyin, sanatçının ve hatta sanatın izlerini sürebiliriz.
Bu seferki yazımın biraz uzun olduğunun farkındayım. O yüzden daha fazla uzatmadan kalemi elimden bırakıyorum yavaşça. Sıkmadan sizlere okutabildiysem ne mutlu bana.
Bir sonraki yazımın konusunu “Flâneur” terimi oluşturacak.
Görüşmek üzere.
[1] Yıldız Ecevit, “Edebiyatta Yabancılaşma ve Yabancılaştırma” VİRGÜL 14, Aralık 1998, s. 45–47
[2] A.g.e s. 45-47
[3] A.g.e s. 45-47
[4] A.g.e s. 45–47
[5] A.g.e s. 45-47